Klinik yüz yüze beslenme danışmanlığında ve online danışmanlıkta şu hizmetler verilmektedir;
- Kişiye Özel Beslenme Eğitimi
- Aile İçi Beslenme Desteği
- Kilo Alma/Verme/Koruma
- Hastalıklarda Beslenme
- Yeme Bozukluklarında Beslenme
- Gebe Beslenmesi
- Anne ve Çocuk Beslenmesi
- Okul Çocuklarında Beslenme
- Adölesan Dönemde Beslenme
- Yetişkin Beslenmesi
- Yaşlı Beslenmesi
Karbonhidratlar yaşamımızın büyük bir bölümünde tükettiğimiz besinlerin büyük bir kısmını kaplamaktadır.
Genellikle bitkisel besinlerde bulunur. Pirinç, bulgur, makarna, çikolata, şeker, meyve ve sebzeler gibi çoğu besinin içerisinde bulunur. Çeşitlerine göre içerisindeki oran değişse de bitkisel besinlerin çoğu karbonhidrat temellidir, diyebiliriz.
Günlük enerjinin oransal olarak %55-60`ı karbonhidratlardan gelir, bu oran hiçbir hastalığa sahip olmayan sağlıklı bireyler için geçerlidir. Çünkü karbonhidratlar çok az alınırsa veya vücutta kullanılmazsa, vücut enerjisini yağ ve proteinden kullanmaya başlar ve bir süre sonra ketozis denilen durum ortaya çıkar. Aynı zamanda kanı asit yapan maddeler çoğalacağından vücudun çalışma düzeni bozulur. Çok alınan karbonhidratlar ise hepimizin bildiği gibi yağa dönüşüp depolanarak uzun vadede obeziteye sebebiyet verir.
Proteinler vücudumuzun her alanında var olan makro besin ögelerindendir. Bir bebeğin anne karnındaki tek hücreli halinden, dokuz aylık süreç proteinler sayesindedir.
Hücrelerimizin düzgün çalışabilmesi vücudumuzdaki proteinlerin kalitesi ile ilgilidir. Çalışan hücrelerin ömürleri bitip yenilenme zamanı geldiğinde de yenilenebilmeleri proteinler sayesinde olur.
Vücudumuza dışarıdan gelen mikroplar da kanımızdaki protein kısımla savaşırlar. Dolaylı yoldan bağışıklık sistemimiz de proteinlerle bağlantılıdır.
Hayvansal protein kaynaklı besinler süt, peynir, yumurta, et, tavuk; bitkisel protein kaynaklı besinler ise tahıl, kuru baklagil gibi besinlerdir. Meyve ve sebzeler su bazlı besinler olduğundan protein miktarları azdır.
Büyüme gelişme döneminde protein bakımından yetersiz beslenmenin en önemli belirtisi büyümenin çok yavaş olması ve duraklamasıdır. Bununla beraber uzun süre protein alınamaması da çeşitli hastalıklara yol açar.
Çok yağlı olmak.. Belki de ülkemizin yarısından çoğunun obezite ve diyabetle ilgisi olmasına sebep olan besin ögesi, yağlar. Karbonhidrat ve proteinlerin 2 katından çok enerji verirler ve depo edilirler bu da ihtiyaç fazlası alımlarda yağ depoları oluşturarak istenmeyen fazlalıklara neden olur.
Her ne kadar her şey gibi fazlası zarar olsa da günlük alımların %25-30 kadarı yağlardan gelmelidir diyebiliriz. Yağdan eriyen vitaminlerin vücuda alınabilmelerini kolaylaştırırlar, organların etrafını sararak dış etkenlerden korurlar ve vücudun ısı kaybetmesine engel olurlar.
Bitkisel yağ kaynaklarımız; susam, ceviz, fındık gibi yiyeceklerdir.
Hayvansal yağ kaynaklarımız ise hayvan vücutlarındaki yağ dokularından gelen yağlar ve etin bileşiminde bulunan yağlardır.
Günlük tüketmemiz gereken yağ miktarı 40-43 gr. kadardır ve bunun 1/3’ü bitkisel sıvı yağlardan 1/3’ü zeytin yağından ve geriye kalan 1/3’ü de katı yağlardan gelmelidir.
Bromelain, ananasın kabuk meyve ve gövdesinden elde edilen bir enzimdir. Proteolitik aktiviteye (proteaz enzimlerinin proteinlerin peptit bağlarını hidrolize ederek küçük gruplara parçalanması ve hayvansal ve bitkisel proteinlerin hidrolizi ile yapı, tat ve kokuda değişikliğe neden olan süreç) sahiptir bu yüzden farmakolojik etkileri hayvanlar üzerinde gözlemlenmiştir. Bu çalışmalar sonucunda antiinflamatuvar (yanmayı, ağrıyı azaltma), antiödem, antitrombotik ve antitümörojenik etkileri bulunmuş ve faydalı bir madde olduğu görüşüne varılmıştır.
Hali hazırda gıda takviyesi olarak da pazarda yer almaktadır. Ödem attırdığı ve boşaltım sistemine katkısı olduğu bilinmektedir.
Meyvenin kendisi yerine suyunu tüketmek eksta kalori ve şeker alımı ve faydanın çoğunu içeren posadan mahrum kalmak demek. 1 bardak meyve suyu için 3-4 adet meyve kullanmamız gerekiyor. 3-4 adet meyvenin şekerini bir anda vücuda yüklemek, kan şekerimizin hızlı yükselmesine, ekstra kalori alımına ve gereğinden fazla fruktoz şekeri alınmasına neden oluyor. Bunu sık sık tekrarlamak ise kilo artışı ve ilerleyen zamanlar için kronik hastalık tehlikesi oluşturuyor.
Ancak meyvenin kendisini uygun miktarda tüketmek, özellikle posasından faydalanmak, hem daha uzun süre tokluk vermekte ve kan şekerini daha dengeli yükseltmekte hem de vitamin-mineral deposu ile bağışıklık güçlendirmektedir.
Kabızlık gibi durumlarda da meyveleri su olarak değil de bütün olarak kabuklarıyla tüketmek, lif açısından zengin oldukları için bağırsaklarımıza iyi gelir.
Sonuç olarak, 30 saniyede içeceğiniz içerisinde en az 3-4 elma kalorisi ve şekeri olan 1 bardak elma suyu yerine, temiz yıkanmış, uzun uzun ve çokça çiğneyeceğimiz bir orta boy elma tercih etmeliyiz.
- Uykusuzluk: Kan şekeri regülasyonu bozulur ve ertesi günü şeker düşme atakları ve iştahta artma gelişir. Ghrelin hormonunda artış, leptin hormonunda azalış meydana gelir. Kanda kortizol hormonu artar.
- Yanlış Zamanda Yemek: Sabah saatlerinde metabolizma hızlı iken akşam yavaşlar. O yüzden akşam yemek yiyenlerde kilo alımı hızlı olur.
- Bağırsak Mikrobiyota Saatinin Bozulması: İştah artışı ve metabolizma hızı, yağ depolanması gibi farklı mekanizmalara etki ederek obezitede önemli rol oynar. Ayrıca obez insanların bağırsaklarında firmicutes gibi zararlı mikropların sayısı fazladır.
- Hareketsizlik: Kas liflerini aktif tutmaz, kas kütlenizi artırmazsanız tekrar kilo alırsınız. Kas zayıflığı varsa vücutta yağlanma artar.
- Hızlı Yemek: Hızlı yemek yiyenlerde tokluk hissi oluşmaz. Doygunluk hissi sağlayanların hormonların salınması ve beyne iletilmesi 20 dakika sürer.
- Beslenme Yanlışları: Az su içmek, porsiyonları büyük tutmak, paketlenmiş gıdaları tercih etmek, alkol kullanmak, büyük lokmalar halinde ve az çiğneyerek yemek, hazır yemek, tatlandırıcı kullanmak, öğün atlamak vb. gibi gibi beslenme yanlışları.
- Hormon Hastalıkları: Hashimoto ve polikistik over hastalıkları kilo vermeyi zorlaştıran hastalıklardır.
- İnsülin Direnci: İnsülin yüksekliğinin devamlı olması bizi hasta eder. İnsülin hormonunun devamlı artmasın sonuçta etki edememesine ve insülin direnci denilen durumun oluşmasına neden olur. İnsülin direnci arttıkça ve devamlı hale geldikçe kilo almaya başlarız.
- Kronik Stres: Stres nedeniyle artan kronik kortizol yüksekliği insülin direncini artırdığı gibi biyolojik saatin bozulması da kilo alımını tetikler.
Balık yağı (omega-3) tabletlerini kullanırken nelere dikkat etmeliyiz?
•İlk bakmamız gereken balıkyağının ne kadar aktif madde (EPA+DHA) içerdiğidir, örneğin 500 mg’lık kapsülün 100 mg’ının aktif olması ucuz olsa da düşük dozlu bir ürün olduğunun göstergesidir.
•Sıvı preparatlar kapsüllere oranla çok daha fazla aktif madde içerirler hem de daha ucuzdurlar.
•Balıkyağının ağır metal taramasından geçip geçmediği sorgulanmalıdır.
•Balıkyağı sıcak ve ışık gören yerlerde tutulmalıdır, opak şişelerde saklanmalı güneşe maruz bırakılmamalıdır.
En basit haliyle yapay kimyasal bir tatlandırıcıdır diyebiliriz. Şekerden 200 kat fazla tat verebilir bu nedenle de şeker yerine kullanılan tatlandırıcılardan biridir. Peki ya arka planda?
•Bir bavul aspartam bir kamyon şekerin tadına eşit tat veriyor. Bu da tadı en şekerli gelen tatlılardan bile daha tatlı olduğunu gösterir.
•Aspartamlı bir gıdayı alır almaz beyninize şeker geldi emri geliyor ve o da insülin salgılanmasına yol açıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık kan şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz.
•Bunun yanında uzun süreli kullanımlarda baş ağrısı, bulantı, uyuşukluk, yorgunluk, huzursuzluk, görme ve işitme kayıpları, çarpıntı, tat kaybı, korku atakları gibi ağır sonuçlar gözlemlenmiş.
Şeker evet zararlı, peki ya şeker yerine kullandıklarımız?
Çocukluğumuzdan beri sürekli ‘oturarak iç suyu’ duyuyoruz, peki nedir bu cümlenin sebebi?
Ayakta duran bir insan eğer sıvı besin tüketirse doğrudan onikiparmak bağırsağına geçer. Eğer sıvı besin oturarak tüketilirse önce tüketilen besinler midede birikir sonra asitle karışarak mikropları ölür ve en son onikiparmak bağırsağına geçiş olur.
Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan, kolera da dahil birçok bulaşıcı hastalıktan korunmuş olur.
Ayrıca bu konuyla ilgili bir hadisi de şuraya iliştiriyorum;
“Eğer ayakta su içen kimse midesine verdiği zararı bilseydi içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı”
Soda, su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında karbondioksit gazı basılmasıyla elde edilen ve tamamen yapay bir içecektir.
Maden suyu ise, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar yani tamamen doğaldır. Maden suyuna, mineralli su da denilebilir. Sindirimi kolaylaştırır.
Kronik böbrek yetmezliği olan hastalar fazla miktarda maden suyu tüketmemelidir çünkü mineral tuzları fonksiyonu bozulmuş böbreklere zarar verir.
Aynı zamanda kalsiyum, magnezyum gibi minerallerden zengin oluşu da kalp krizi ve damar sertliği gibi sağlık sorunlarına karşı koruyucu olabilmektedir.
Metabolik sendrom, abartılı insülin ile yağların karın bölgesinde depolanmasıyla oluşan bir sendromdur. Abartılı insülin, çabucak yağ depolamasını emrettiğinden, hemen en yakın yere, karın bölgesine yağ depolanır.
Klinikteki tanı kriterlerini şu şekilde sıralayabiliriz;
- Bel çevresi: Erkeklerde 102>, kadınlarda 88>
- Hipertansiyon: 120/80 mmHg`nin üzeri
- Açlık Kan Glukozu: 100 mg/dL`nin üzeri
- HDL Kolesterol: 35 mg/dL`nin altı
- Trigliserit: 150 mg/dL`nin üzeri
•Sağlıklı beslenin.
•Günde en az yarım saat hızlı yürüyün.
•Bol bol taze sebze-meyve yiyin. Yeşil yapraklı sebzeler ve otlar kalsiyum, potasyum ve magnezyum açısından süt ve süt ürünlerinden çok daha üstündür.
•Günde en az 3-5 dk kadar kültür fizik hareketleri yapın.
•Yorgun düşüren hareketlerden kaçının. Egzersiz ağırlığını yavaş yavaş artırın.
•Yaz mevsiminde güneş ile arkadaş olun. D vitamini :)
•Bitkisel östrojen kullanın. (örn. keten tohumu)
Kronik hastalarda düşük olan C vitamini seviyesi kanser hastalarında daha düşüktür. Kanser hücreleri C vitaminini tıpkı bir vantuz gibi içlerine çeker ve vücudun zaten az olan C vitamini depolarını iyice tüketirler.
Bu eylemin sebebi kanser hücrelerinin C vitaminini glukoz zannetmeleridir. Çünkü C vitamininin molekül yapısı glukoza çok benzer. Kanda çok yüksek miktarda askorbik asit varsa, kanserli dokuya geçen C vitamini miktarı da artar.
Ayrıca kemoterapi ve radyoterapi serbest radikalleri artırarak kanser hücrelerini tahrip ederler. C vitamini gibi antioksidanlar kanser hücrelerinin tahribatını engeller ve bu yüzden kanser tedavisi sırasında kullanılmamalıdır.
Sabah aç karnına, tuvaletimizi yaptıktan sonra, olabilecek en ince kıyafetlerle ve haftanın belirlenmiş bir günü yapılan ölçüm en güvenilir olanıdır.
Tabi ki önemli olan tartıda gördüğümüz sayı değil fakat aynı zamanda bu sayı ilerlememizi görmemize en yardımcı olan etken.
•Kurban eti 12-24 saat buzdolabına koyulmadan dinlendirilir, ölüm sertliğini üzerinden atar ve et yumuşak hale gelir. Bu durum sindirime yardımcı olur, hazmı kolaylaştırır.
•Etleri buzdolabında 1-2 hafta, derin dondurucuda 6-12 ay (ete ve derin dondurucuya göre uzunluk değişir) saklayabilirsiniz. Etleri derin dondurucu sonrası direkt sıcak hava ile karşılaştırmak mikrobiyolojik açıdan bozulmalara neden olabileceğinden önce buzdolabına alıp daha sonrasında oda sıcaklığına alınırsa, yavaş çözünme sağlığı korumaya yardımcıdır. Buzluktan çıkarılıp çözündürülmüş et üreyebilecek olan bakterilerin zehiri nedeniyle tekrar dondurulmamalı, tüketilmeli.
•Her gün olduğu gibi bayram sabahlarında da dengeli ve besleyici bir kahvaltı yapılmalıdır. Kahvaltıda peynir, yumurta, C vitamini yönünden zengin olan domates, sivri biber, maydanoz, roka gibi sebzeler, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar ya da zeytin, kepekli veya tam buğday ekmek tüketilebilir. Klasik ve hafif bir kahvaltı tercih edilmelidir. Kurban Bayramı’na güvenerek kahvaltıda geleneksel et ve et ürünlerinden yapılmış kızartma, kavurma gibi yiyecekler tüketilmemelidir.
•Kurban Bayramı’nın geleneksel yemeği haline gelen kavurma; tereyağı veya kuyruk/iç yağı eklenmeden, kendi suyunda ve kısık ateşte pişirilmelidir.
•Kırmızı et, iyi kalite hayvansal proteinin yanı sıra; demir, çinko, fosfor, magnezyum mineralleri ile B12, B6, B1 ve A vitaminlerini de içermektedir. Etler, C ve E vitaminini içermezler. Bu nedenle etlerin mutlaka sebzelerle birlikte pişirilmesi veya etlerin yanında C vitamini içeren sebzelerin tüketilmesi oldukça önemlidir. Bu yöntem besin çeşitliliğini sağlamakla birlikte, sebzelerde bulunan C vitaminin ve demirin emilimini artırır. ??
•Yorucu birkaç gün nedeniyle su içmeyi araya kaynatmıyoruz, unutmuyoruz.
Bel Ölçümü
•En alt kaburga kemiğinizin altı ile kalça kemiğinizin üst kısmı arasındaki orta noktaya mezuranızı yerleştirin (Genelde gövdenin en ince yeridir). Nefes verin ve çok fazla sıkmadan veya gevşek bırakmadan bir mezura ile kendinizi ölçün.
Kalça Ölçümü
•Yandan bakıldığında kalçanızın en geniş olduğu yerden mezura ile kalça çevresini ölçebilirsiniz.
Üst Kol Ölçümü
•Üst omuz kemiği ile dirsek kemiğinizin orta noktasını (Yukarıdan ve aşağıdan 4 parmak ölçtüğümüz yer genelde denk gelir) belirleyin. Serbest halde bıraktığınız kolunuzu belirlediğiniz noktadan mezura yardımı ile ölçebilirsiniz.
Üst Bacak Ölçümü
•Kalça kemiğiniz ile diz kemiğinizin orta noktasından mezura yardımı ile üst bacak çevresini ölçebilirsiniz.
Göğüs Ölçümü
•Kürek kemiğinizin alt ucundan hizanızı alıp göğüs çevresini mezura yardımı ile ölçebilirsiniz.
Göbek Ölçümü
•Göbek deliği üzerinden mezuranın tam bir tur sarılması ile ölçebilirsiniz.
Sigara, yaşlanma sürecini önemli ölçüde hızlandıran bir ‘ömür törpüsüdür’. Sigara dumanındaki yüzlerce zehirli kimyasal madde kana karıştıktan sonra hücrelerimize ulaşmakta ve burada DNA hasarına neden olmaktadır. DNA hasarı da zamanla hatalı hücre yapımına ve kanserleşmeye kadar gitmektedir. Sigara kullanımının gözle görülür sonucu ise, nikotinin damar büzdürücü etkisiyle cilt kanlanmasının azalması ve cilt hücrelerinin canlılıklarının kaybolmasıdır.
Alkol, hücreler tarafından doğrudan bir enerji kaynağı/yakıt olarak kullanılamadığından, karaciğerden geçmesi gerekiyor. Karaciğer, alkolü önce ‘asetaldehit’ denilen bir maddeye dönüştürür. Bu madde ciddi bir zehir olup hem doğrudan, hem de ‘serbest oksijen radikallerinin’ oluşumuna neden olarak karaciğer dokusuna zarar verir ve siroza doğru giden bir dizi hastalığa sebep olur. Enerji olarak kullanılamadığından bir kısmı da yağa karışarak önce karaciğerde yağlanmaya sonra ise kana -LDL,VLDL formlarda- kolesterol olarak verilir. Bir kısım yağ da kaslara oturarak insülin direncine neden olur ve uzun vadede kronik rahatsızlıklar baş gösterir.
Karaciğer görevini yerine getiremez, ilerleyen durumlarda siroz ve/veya karaciğer kanseri durumlarına sebep olur.
Yağlanan karaciğer yağ hücrelerini trigliserit, LDL ve VLDL kolesterol olarak kana akıtır. Zaman içerisinde bu yağlar damarlara oturarak damar sertliğine ve koroner kalp hastalıklarına neden olur.
Şekerlerin karaciğerdeki metabolizması sonucu ortaya çıkan ‘oksidan’ maddelerin ve ‘ürik’ asidin zararlı etkileri. Bu maddeler hücrelerimizde yaşlanmaya, DNA hasarına ve kronik hastalıklara yol açmaktadır.
— Hakkımda —
Lise yıllarımdan beri istediğim bu meslekte beslenme biliminin en temelinde olmanın beni daha da geliştireceğini düşünerek ilk olarak 2018 yılında Gıda Teknolojisi ardından 2020 yılında Beslenme ve Diyetetik okuyarak 2023 yılında mezun oldum.
Henüz beslenme listesi yazmayı bilmeden, öğreneceğim her kelimenin benim için bir şans olduğunu bilerek uzun bir süre özel bir klinikte gönüllü staj yaptım. Son sene var olan zorunlu stajlarımı devlet hastaneleri, huzur evi ve özel kliniklerde tamamladım.
Etik ilkelere ve ahlaki değerlerime sahip çıkarak, mesleğime ve vicdanıma ihanet etmediğimi bilerek öğrendiğim bilgileri danışanlarıma aktarmayı görev bildim.
Çalışma hayatıma bir devlet öğrenci yurdunun yemekhanesinde başladım. İlk kez çalışacak bir diyetisyen için zor, kısa ama gerçek bir tecrübeydi. İkinci çalışma yerim kurumsal bir şirketti. Kurumsal diyetisyenlik yaparak beslenme danışmanlığı verdim.
Şimdi ise beslenme bilgisi öğrenme yolundaki adımlarını benimle birlikte atmak isteyen danışanlarım için kendi kliniğimdeyim.